6 Şubat'ta açılması beklenen okullar deprem nedeniyle 20 Şubat'ta eğitim ve öğretime başladı. Depremzede çocuklar İstanbul, Ankara, Antalya, Kocaeli gibi birçok ilde sınıflarına yerleştirildi. Uzmanlar çevre, okul ve arkadaş kayıpları nedeniyle depremzede çocukların tepkilerinin farklı olabileceğine dikkat çekti. Peki depremzede öğrencilere nasıl davranılması gerekir? İşte detaylar...
Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve 10 ilde büyük yıkımlara neden olan şiddetli depremler ve devam eden artçılar nedeniyle okullara verilen 2 haftalık ek tatil 20 Ocak itibariyle sona erdi. Öğrenciler eğitim ve öğretim hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Deprem nedeniyle başka illerde misafir olacak depremzede öğrenciler, hem depremin bıraktığı psikolojik travma hem de yeni bir ortam nedeniyle stres, korku, kaygı ve endişe taşıdığı için uzmanlardan üst üste uyarılar geldi. Öğretmenlerin de depremzede öğrencileri misafir edecek öğrencilerin de onlarla kuracağı iletişimin önemine değinildi. Bu haberimizde deprem bölgesinden diğer şehirlerdeki okullara gönderilen depremzede öğrencilere nasıl davranılması gerektiğini uzman bilgileriyle ele aldık.
DEPREMZEDE ÖĞRENCİLERE NASIL DAVRANILMASI GEREKİR?
Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mustafa Öztürk, deprem sonrasında okullarda misafir öğrencilerle kurulması gereken iletişime ilişkin önemli uyarı ve önerilerde bulundu. Büyük bir yıkım ve kayıpla mücadele etmeye çalışan çocukların, güven duygusunu yeniden kazanmaları için en önemli şeyin rutinlerine geri dönmek olduğunu söyleyen Doç. Dr. Mustafa Öztürk, "Çocuklar bu süreçte kendilerini, afet öncesindeki olağan yaşantının, özellikle okulun gerektirdiği kurallar, rutinler ve beklentilerin, tamamen dışında hissedebilirler. Bunun farkında olarak, onları özlediğimizi ve okula döndükleri için ne kadar mutlu olduğunuzu tam olarak onlara hissettirmemiz gerekir. Eğer çocuk yepyeni bir okul ortamındaysa tabii ki onun için yeni rutinler ve beklentiler oluşturmak gerekecektir. Okuldan uzak kaldığı için ya da yaşadığı felaket nedeniyle okulu pek düşünme fırsatı bulamamış çocuklarla yeniden ilişki kurmak, yeni rutinler oluşturmak okula geri döndüklerinde yapılacak en önemli şeydir. Çocuklar gerçekten özlendiğini bilirse, okula yabancılaşmayacak ve okula aidiyet duygusu pekişecektir" dedi.
"ÇOCUKLARA SOSYALLEŞME OLANAĞI VERİLMELİ"
Çocukların okulda sosyalleşme olanaklarını artırılmasını sağlamanın büyük bir önem taşıdığını belirten Öztürk, "Okuldan uzun süre ayrı kalan çocuğun, okula geri döndüğünde akranlarıyla yapacağı paylaşımlar, teneffüslere veya öğle yemeği saatlerine sığmayacak kadar birikmiş olacağından, öğretmenlerin günlük programı esneterek planlayacağı serbest etkinlikler bu noktada işlevsel olacaktır. Etkinliklerin daha oyun temelli ve eğlenceli oluşu da çocuklar için faydalı olacaktır. Bu adımın devamı niteliğinde programda veya ders planlarında yapılacak uyarlanmalar, içerik yoğunluğunun hafifletilmesi, ders ve konu akışın yavaşlatılması, ödev yükünün azaltılması gibi adımlar da odaklanma sorunu yaşayan çocukların öğrenme sürecinde ilerleme kaydetmesini sağlayacaktır" açıklamasında bulundu.
Bunların yanı sıra bir diğer eylem türünün de yardım faaliyetlerine dahil olmak olduğunu söyleyen Öztürk, "Böylece çocukların umutsuz ve çaresiz hissettikleri dönemde onlara bir amaç kazandırılacak ve başarı duygusunu hissetmeleri sağlanacaktır. Onlara bu toplum için değerli birer fert olduklarını hissettirmek adına küçük ya da büyük her türlü gönüllü faaliyetlere katkıda bulunmaları için güdülemeyiz" ifadelerini kullandı.
"BEKLENTİ AZALTILMALI"
Öztürk, bu süreçte öğretmenlerin çocuklardan beklentisini azaltılması gerektiğine de vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı:
"Çocukları eğitsel beklentilerle ve okul rutinleriyle meşgul edelim derken bu sürecin onlara bolca ödev vermek veya bolca soru çözdürmek şeklinde anlaşılmaması gerekiyor. Çocuklara çok fazla sorumluluk yüklemek, aşırı görev vermek onların stresini daha da artıracaktır."
Ayrıca öğretmenlerin kendi ruhsal sağlıklarına da dikkat etmeleri gerektiğini söyleyen Öztürk, "Bir öğretmen olarak ilk önce öğrencilerimizi düşünmeyi ve onlar için endişelenmeye zaten hazırız. Bu mesleki içgüdü kriz durumlarında daha da güçlenip büyüyecektir. Öğrencilerin yardımına koşarken kendimizi de ihmal etmemeli, kendi ruh sağlığımıza da dikkat ettiğimizden emin olmalıyız. Kendi iyi olma halimizi sağladığımızda sınıflarımızdaki çocuklarımızın yardımına daha sağlıklı koşabiliriz. Unutulmamalıdır ki öğretmenler bir felaketle sakince ve güvenle başa çıktıklarında öğrencilere en iyi desteği sağlayabilirler" diyerek sözlerini sonlandırdı.
BİR YORUM YAPIN 0