Ünlü müzisyen Sedat Anar, Haber7.com'a verdiği röportajda dikkat çeken açıklamalara imza attı. Anar, Santur Türk müziği ile başladığı müzik yolculuğunu ve hakkında bilinmeyenleri açıkladı. Ünlü müzisyen, günlerdir Filistin halkına uygulanan zulüm karşısında çocukların katledilmesiyle ilgili eleştiri olarak "Bir ninniyi ağıt olarak söyledim" sözleriyle duygulandırdı.
Ünlü Santur sanatçısı Sedat Anar müzik hayatını, bugüne kadar ki serüvenini, ailesi ile birlikte sahne almasını Haber7'ye anlattı. Filistin'de ölen masum çocuklar konusuna da değinen Anar, Türkiye'de çok yaygın olmayan Santur müziğini nasıl öğrendiğini ve bu sanatın geleceği hakkında da dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Ankara'da sokak sanatçılığı yapmışsınız. İlk albümünüzü de iki günde kaydetmişsiniz yaşadığınız söyleşileri kısaca anlatabilir misiniz?
Ben Ankara'da sekiz yıla yakın bir süre sokakta çaldım. 2006 sonlarından itibaren başladım. Ve bu süreçte işte beragat isimli bir solo albüm yaptım. Bir arkadaşım vardı. Kendisi de solo müzisyen Tuncay Korkmaz. Mamak'ta oturuyordum o zaman. Evimizde böyle pencerelere battaniye çakıp ses gelmesin diye yalıtım yapıp. Türkiye'nin ilk solo santur albümünü yaptık. O zamanlarda santurla ile ilgili hiçbir bilgi yok yani. Çok az böyle ilgilisi bilirdi sadece. Sokak müzisyenleri santur çalardı. Sonra bu albümü Ahenk Müzik diye bir şirket bastı. Sağ olsun o dönemde Hürriyet Gazetesi'nde Doğan Hızlan o albüm ve benim hakkımda bir yazı yazdı. Ve benim kalan müziğe götüren isim oldu Sonra kalan müzikte albümler çıkmaya başladı. İstanbul'a taşındım. Evlendim ve profesyonel müzik sürecine girmiş oldum.
Santur ile ilk tanışmanız nasıl oldu? Çünkü Santur Türkiye'de çok zor bilinen bir müzik aleti. Sizin tanışma süreciniz nasıl gelişti?
Areş diye bir arkadaşım vardı İranlı. Onda gördüm. Bir de Cihan diye bir arkadaşım vardı. O da merak etmiş böyle İran müziğini. Santuru İranlı arkadaşından sipariş etmişti. Sağ olsun bana hediye etti. Böylelikle benim hikayem başlamış oldu. Ben sonra santur nedir, ne değildir diye böyle bakarken, çalmak için uğraşıyordum. Mızraplarını bıraktım yani. Tellerini bile alabilecek bir yer yoktu. Santuru bilen kimse yoktu Türkiye'de. Böyle kalem yayıcılarından tel alıp santura takmaya çalışıyordum. Bu böyle olmayacak dedim. Çekip İran'a gittim. Okulu bırakıp Hacettepe Üniversitesi'nde tarih okuyordum üçüncü sınıfa kadar okudum. İran'da yaşadım, santuru öğrendim, sonra Türkiye'ye geldim.
Santur'un Türk müziğindeki yeri ve önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecekteki süreçte daha fazla önemi artacak mı?
Santur Türk müziğinde kullanılması açısından çok zor bir enstrüman. Kanundaki gibi mandallar yok. Bir makam icra ediyorsanız, sadece o makamda çalmak zorundasınız. Geçki yapamıyorsunuz. Hİcaz makamında çaldığınız zaman Hüseyin'i makamına geçemiyorsunuz. Sadece hicazı çalmak zorundasınız. Bu yüzden çok kullanışlı değil. Tarihe baktığınız zaman ki Osmanlı müziğinin en önemli isimlerinden birisi olan aslında Santuri Ali Ufki Bey icra etmiş. Hatta Enderun’a santuru onun getirdiği kesin olmamakla birlikte böyle biliniyor. Bir dönem işte İran ve Osmanlı ilişkilerinden dolayı santur saray müziğinden kanun da çıkartılmış. Kanun Arap çalgısı diye santur Fars saray müziğinden çıkartılmış. Bunu Bülent Aksoy diye bi müzikolog söylüyor. Sonra 19.yy sonunda tekrardan revaçta olmaya başlamış Ethem Efendi diye santuru tekrardan böyle zirveye çıkaran bir isimle karşılaşıyoruz. Ethem Efendi'nin işte öğrencileri Ziya Santür öğrencilerinin öğrencisi Vecdi Seyhun, Hüsnü Tüzüner gibi beş altı kişi var. Sokak müzisyenleri kadar. Şimdi sokak müzisyen tekrardan diriltti ve benimde epey bir çabam olduğunu düşünüyorum çünkü Google'a bile santur yazdığınız zaman benim yüzümle karşılaşabilirsiniz. Daha da çok kullanacağını düşünüyorum.
Siz hem eşinizle hem de kardeşinizle de müzik yapıyorsunuz. Şanlıurfa'da pandemi de kardeşinizle çekilmiş videolarınız var. Aileyle beraber iş yapmak, müzik icra etmek zor mu?
Diğer müzisyenler açısından çok daha rahat, çok daha elverişli diyeyim. Kardeşimi ben müziğe başlattım ki yani onun çocukluğundan itibaren ve aynı zamanda caz müzisyeni. Biz kardeşimle birlikte iki kişi sahne alıyorduk. Ya artık sen de gel dedi senin biz sana def öğretelim. O doktora yapıyordu. O süreçte. Sonra ailecek çıkmaya başladık ve insanların çok da hoşuna gidiyor böyle sahnede hem eşimle hem kardeşimle. Bir aile olarak sahnede görmek. Zaman zaman her insan gibi bizle tartışıyoruz ama aile olduğu için devam edebiliyoruz tekrardan çalmaya.
Bir röportajınızda demiştiniz ki, her insanın kendi hayatında bir Kerbalası var. Evet. Şimdi bunu günümüze uyarlasak, İsrail'in Filistin'e olan işgali de dünyanın Kerbelası diyebilir miyiz?
Benim zaten çocuklarla ilgili dünyam var yani. Ben işte Mim Kemal Öke hocamızla birlikte yıllar engelli çocuklarla müzik atölyeleri yapıyoruz. Yani çocukların öldürüldüğü bir dünya ne kadar iyi olabilir ki? Kerbela bu insanlığa bir dersti ama kimse ders almadı. İşte dediğiniz gibi halen aynı şeyi görüyoruz. Kerbela'da da bebeklerin boğazına ok saplanıp katledildiler. Şimdi yine bebekler katlediliyor. Hiçbir farkı yok Yani. Bu laf aynı zamanda Kenan Rifai Hazretlerinin lafıdır. Benim lafım değil. Yani savaşın olmadığı bir dünyayı hayal etmek. Ya bunun için müziğimle ne yapmam gerekiyorsa yapmaya çalışıyorum. O çocukların resimlerini görünce inanılmaz etkilendim. Masallar başkalarına kaldı diye böyle tutarla bir şey besteledim. Hani benim yapabileceğim Müzisyen olarak bir şeyin karşısında durmak, müziğimle daha fazla insana duyurmak, hatta Üsküdarda iki ay önce konserde bir çocuk ninnisini ağıt olarak söyledim. Artık çünkü çocukların katledildiği bir dünyada sadece Filistin değil, dünyanın birçok yerinde çocuklar katlediliyor. Çocuklar ninni dinlemek, işte Yaşamak isterken ben de bir eleştiri olarak duyulsun diye o ninni ağıt olarak söyledim.
Müzisyenlik kimliğinizin yanında kitaplarınız da var Sokaknamei, Sohrap, Sokağın sesleri ve daha birçok... Müzisyenlik mi daha zor yoksa yazarlık mı? Ya da ikisi birbirini besliyor diyebilir miyiz?
Benim birinci olarak önceliğim müzik. Ama ben bibliyofilim yani çok iyi bir okur olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Herkes bilir etrafımdaki. Tabii ki ilk işim müzik olduğu için yazmak daha zor geliyor bana. Bir de ben yıllardır böyle sürekli bir şeyler okuyup, not alırım, defterlerim var, not defterlerim. Şu an 9 kitap oldu galiba. Ben bile artık şey yapamıyorum. 9 kitabım var ve hazırda bekleyen bir sürü dosyam var. Sadece şöyle yapıyorum. Mesela bu yazdıklarını işte yirmili yaşlarda da yayınlayabilirdim. Yayınlamadım. Böyle beklettim özellikle. Biraz daha eksiğimi görmek için. Ve hatırı sayılırım iyi yayın evlerinden çıkıyor kitaplarım. İletişim yayınları ve Everest Yayınları gibi. Yazmak tabi ki zor. Çünkü asıl işim müzik benim. Önce müzisyenim, sonra yazarım diyorum. Onu hep öncelik veriyorum.
BİR YORUM YAPIN 0